Evet, bu başlığı gördüğünüzde mp3 çalarlar ile sosyal medya platformlarını bir araya getiren ne diye düşünmeniz çok doğal. Ama çok beklemeden cevabı öğreneceksiniz.
iPod müzik dinleme alışkanlığımızı değiştiren cihaz olarak 2001 yılında piyasa çıktı. Alışkanlık değişimi diyorum çünkü; bir zamanlar yolda yürürken istediğimiz şarkıları peş peşe dinlemenin tek yolu, farklı kasetlerdeki şarkıları boş bir kasete kaydetmekti. Daha sonraları Discman’ler ile medya formatı olarak CD’lere evrilmek üzereyken iPod’un başını çektiği taşınabilir mp3 çalarları görmeye başladık.
Telefon ve tabletlerinden aşina olduğumuz şirket politikası gereğince iPod’lar da yazılım üzerinden tek taraflı dosya aktarımına izin veren yapıdaydı ve hatta ilk nesil cihazlar sadece Mac bilgisayarlar ile uyumluydu. Tabi ki iPod sadece içine atılan müzikleri çalan bir cihaz değildi. Aynı anda kullanıcı ile buluşan iTunes müzik mağazası sayesinde sevdiğimiz şarkı için o albümü almak yerine uygun ücretler karşılığında o şarkıyı alabiliyor ve bu müzikleri iPodumuzda keyifle dinleyebilir olmuştuk. (Tabi Türk halkı olarak bu ABD’de yaşayan kişinin ağzından anlattığımız bu konforu yaşamamız 7-8 sene sonrasına tekabül ediyor. )
Snapchat ise 2010’lu yılların başında hayatımıza giren yeni bir sosyal medya olmakla kalmayıp alışkanlıklarımızı değiştiren yeni girişimlerden biriydi. Bir blog sayfası gibi yayınlanan bütün paylaşımların saklandığı bir sosyal medya anlayışına yeni bir soluk getirerek çekilen görüntüleri 24 saat, mesajları ise okunduktan sonra silen bir anlayış, hayatında gördüğü her ilginç şeyi denemeyi düstur edinen kişiler için yeni bir çılgınlıktı. Keza ön kamera ile çekilen yüz fotoğraflarını değişik şekillere sokan hayvan filtreleri ..vs gibi absürtlükler de oldukça ilgi çekici oldu.
Apple’ın iTunes market ile başlattığı dijital müzik dönüşümünden sonra sektörün kangreni haline gelen korsan mp3’lere karşı ortaya çıkan arayışlar en sonunda 2008 yılında Spotify hizmetini doğurdu. Aylık belli bir ücret karşılığında kütüphanesinde bulunan bütün şarkıları dinlememizi sağlamasının yanı sıra bir de bunları telefonumuza indirip internet gereksinimi olmadan müzik keyfimizi kesintiye uğratmamasıyla gönüllerde taht kurdu.
Başarılı olmuş her girişimin ortak özelliği, para kazanmak isteyen diğer kişiler için garanti yatırım olarak görülmesidir. Belli bir süre sonra hizmet verenin tekdüzeliği ya da müşterilerin yeni bir arayış içinde olması beklentisi nedeniyle, sunum şekli değiştirilerek veya hizmetin verilmesinde görülen eksiklikler giderilerek, duruma göre reklam bütçesi harcanarak, yeni firmalarca pazara giriş yapılır ve pazar payı kapma yarışı başlar.
Tabi ki günümüzde popüler bir hizmeti satmaya çalışmanın tek yolu, aynı hizmeti taklit etmek değil. Finansal olarak güçlü şirketler ilgili firmayı satın alarak o alanda yeni bir oyuncu haline geliyor kimi zaman.
Bu yazının başlığı her üç örneğin de hikayesini içeriyor
Kronolojik olarak anlatmaya başlayalım:
Microsoft Zune 2006 yılında birebir iPod taklidi diyebileceğimiz bir yapıda piyasaya sunuldu. Çok büyük depolama alanı, olan biteni görmemizi sağlayan ekran, müzik mağazası ve entegre bir yazılım. Bir de bunların üstüne Apple’ın her zaman katı bir şekilde uzak durduğu FM Radyo’yu da bir artı olarak yanına yazabiliriz. Kullanıldığını düşünmediğim, etraftaki Zune kullanıcılarını bulma ve dosya paylaşma özelliği de buna ilave edilebilir. Birebir taklit diyorum çünkü Microsoft, Windows İşletim sistemlerinden alışkın olduğumuz serbestçe “dosya sürükle – bırak” mantığından vazgeçerek bilgisayara indirdiğiniz Zune yazılımı üzerinden medya aktarımına imkan tanıyordu. Bunun yanında Zune Pass ile aslında günümüzde oldukça popüler olan aylık ücret ile istediğin kadar müzik dinle servislerinin öncüsü olmuştu belki de.
Başarılı bir iş modelinin aynısını sunan bir firmanın, çoğunluk pazar payını ele geçirmese de en azından hatırı sayılır bir kitleye ulaşması beklenirdi.
Ama gel gelelim durum hiç öyle olmadı. 2012 yılında Zune üretimi sonlandı. 2018 yılında Zune internetteki resmi varlığı sonlandı.
Diğer yandan sosyal medyaya yeni bir anlayış getiren Snapchat’in yükselişi, sosyal medya devi olan Facebook’un iştahını pek tabi ki kabartmıştı ve şirket 3 Milyar Dolar gibi cömert bir teklif ile Snapchat’in kapısını çalmıştı. (Günümüzde sosyal medya denince akla gelen iki uygulamadan biri olan Instagram’ın 1 Milyar Dolar bedelle satın alındığını hatırlatalım.)
Facebook’un gözünde son derece değerli olan bu uygulama teklifi kabul etmedi ve bir anda hisseleri değerlenmeye başladı.
İstediği şeyi satın alamayan Mark Zuckerberg şansına küsüp oturmadı. Snapchat’in kaybolan hikayeler, yüz filtreleri gibi alameti farikası olan ne kadar özellik varsa Instagram’a entegre edildi. Hatta şirketin bünyesinde yer alan WhatsApp ve Messenger platformlarına da aynı paylaşım yolları yeni özellik olarak eklendi.
Bütün bu geliştirmeler(!) insanların gözünde Facebook’u antipatik yapsa da resim paylaşım uygulamasının kullanımı artarken Snapchat kullanım oranları düşüşe geçti.
Hisse senetlerindeki dramatik azalmanın sebebi olarak Kylie Jenner’ın attığı bu tweet gösterildi:
Yaşanan bu örnekleri irdeleyecek olursak :
Popüler biri ürün/hizmeti taklit etmek her zaman olumlu sonuç vermeyebilir. Çoğumuzun hayatında; ihtiyaç duyduğu hizmeti ücretli olarak sağlayan tek bir hizmet sağlayıcı yeterli olabiliyor. Özellikle de eğlence sektöründe. Örneğin: evde televizyon izlemek istediğimizde D-Smart, Digiturk, Kablo TV gibi servis sağlayıcılar arasında seçim yapıyoruz. Birden fazla platforma abone olan kullanıcı çok ama çok azdır. Birden fazla üst seviye televizyon sahibi olan, birden fazla oyun konsolu sahibi olan veya birden fazla medya oynatıcıya sahibi olan …
Bakıldığında insanlardan daha önce ayırmadıkları bir bütçeyi ayırıp bir servisin kullanımına ikna etmek oldukça güç. Bir de bunun üstüne daha önceden ciddi bir pazar payı kazanmış bir rakibe karşı müşteri çalmayı başarmak… daha da zor.
Başlığın kalabalık gözükmemesi için yer vermediğim başarılı bir sürü örnek de yok değil aslında. Playstation – Xbox rekabeti, iOS – Android rekabeti, Spotify – Apple Music rekabetini örnek verebiliriz. Bu saydığım hizmetlerin birbirine karşı bariz üstünlük kurabileceği özellikleri olmasa da hepsi farklı kullanıcı deneyimlerini öne çıkararak müşterilerini kazanma derdinde. Bunu da rakiplerinde olmayan özellikleri sunarak sağlamaya çalışıyorlar.
Ortaya konması gereken farklılığın ne olacağı ise cidddi önem kazanıyor. “Onlarda olmayan x özellik bizde var” derken kendinizde olmayan y özelliğini sorgulamak durumundasınız. Kimi yerde bu kullanıcılar için sahip oldukları y özelliği, vaadedilen x özelliğinden daha cazip olabiliyor.
Örnek vermek gerekirse piyasaya, FM radyosu olmayan bir mp3 çalara alternatif olarak FM radyosu olan bir mp3 çalarla çıkmaya hazırlanan firmanın ürünü, menüler arası geçişlerin yavaş olması nedeniyle kullanıcıyı soğutabilir. Diğer taraftan her şeyiyle aynı deneyimi vaadeden ve üstüne ilave özellikler sunan bir ürün ise pazar payı kapma konusunda çok daha başarılı olacaktır.
Snapchat – Instagram örneği buna oldukça iyi bir örnek. Instagram Snapchat’in sunduklarının bir çoğunu sunmanın yanı sıra ondan fazlasını sunarak rakibinin sonunu getirdi. Bugün Instagram aynı zamanda, başka bir uygulamaya gerek bırakmayacak düzeyde, iyi bir basit fotoğraf düzenleme uygulaması. En basitinden, paylaşılacak fotoğrafların üzerine yazılacak harfler için yeni font seçenekleri getirilmesi bile oldukça ses getirdi.
Zune ise, insanların hayatlarında tek bir harcama kalemi olan bir alana, rakibinden kayda değer manada farklı bir şey vaadetmeden girdi ve başarılı olamadı.
Öte yandan Apple Music ve Spotify rekabetini ayrı değerlendirebiliriz. Geçenlerde 100 Milyon ücretli aboneye ulaşan Spotify’a rakip olarak çıkan Apple Music de 50 Milyon aboneye ulaştı. Bu iki hizmeti kıyasladığımızda daha fazla özellik sunan Spotify’ın haklı bir şekilde rakibini pazar payı konusunda ikiye katlaması şaşırtıcı olmasa da Zune gibi birebir kopyalanan bir hizmetin bu kadar başarı kazanması dikkate değer bir durum.
Bu konuyla ilgili farklı teoriler ortaya atılabilir: Bir dönemin yaygın internet tarayıcısı Internet Explorer’ın, popülaritesini en yaygın işletim sistemi olan Windows ile birlikte gelmesine borçlu olması gibi, milyonlarca iPhone kullanıcısının elinin altında bir uygulama olması, Apple’ın oluşturduğu sadık müşteri kitlesinin bu konuda da firmayı yalnız bırakmaması, Spotify’ın iç karartıcı siyah arayüzü yerine ferah görünümlü beyaz arayüzü… pek çok şey düşünülebilir.
Tam da bu noktada sorulması gereken soru şu: Bir ürünün satılmasını sağlayan tek şey sahip olduğu özellikleri mi ?
Baktığımız zaman yeni bir ürün/hizmeti piyasaya sunma konusunda kesin prensipler belirleyemiyoruz. O yüzden Steve Jobs’un pazarlama üzerine yaptığı şu konuşma ile şimdilik sizlere veda edelim.