
Akıllı saatler, üretimi durana kadar ya da yaptıkları işi yapan başka bir cihaz icat edilene kadar tartışma konusu olmaya devam edecek olan, giyilebilir teknoloji kavramının vücut bulmuş en kanlı-canlı örneği.
Giyilebilir teknoloji kavramını, Fallout oyuncularının eli ayağı olan Pipboy gibi çeşitli teknolojik bir ürünün vücudumuzun muhtelif yerlerine takılması durumu ile sınırlamamak gerekir. Bununla birlikte giyim teknolojisini de bu kapsama dahil etmek de ayrı bir yanlış olur.

Günümüzün popüler olan her teknolojik cihazın, daha eskilere dayanan basit ya da tam anlamıyla büyük kitlelere hitap edememiş versiyonu gibi akıllı saatlerin de tarihi daha eskilere 1972 yılına dayanıyor. Elbette “smart” olarak nitelendirdiğimiz bu cihazların aslında akıllı olmaktan öte günümüz bağlantı teknolojilerini (wifi, bluetooth, 3G 4G..vs) kullanan içindeki yazılım ile başka cihazlar ile veri alışverişi yapabilen cihazlar olarak tanımlandığını görüyoruz. Hal böyle olunca zamanı göstermekten çok daha fazlasını yapan saatlere çok uzun zamandır aşinayız. Hatta bu konuda bir neslin rüyalarını süsleyen CMD 40 modelinin üreticisi Casio firmasının başı çektiğini söylemek mümkün. Bunun yanında artık klasik saat alanındaki dev firmalar da dahil olmak üzere pek çok devrimsel saat pazara çıktı. Aşağıdaki videoda Casio’nun akıllı saatlerine kısa bir yolculuk da yapabilirsiniz.
Burada da görebileceğiniz gibi saatlerde zaman işlevi dışında başka işlevlerin eklenmesi furyasına 2003’ten sonra yaklaşık 10 sene ara verildi. O dönem için, şu anki Apple Watch seviyesinde fiyatlara satılan saatlerin, günümüze kıyasla çok daha az gerekli olan işlevleri içermesi büyük kitlelere yayılmamasının önündeki en büyük engel diyebiliriz.
10 yıl sonra ne oldu da akıllı saat (daha doğrusu zaman dışındaki işlevleri de haiz saat) konsepti küllerinden doğdu? Bunu en yalın haliyle, çağımızın en büyük hastalıklarından biri olan obeziteyi firmaların paraya çevirme isteğinin günümüz teknolojik imkanları ile mümkün hale gelmesine bağlayabiliriz. Özetle; internet geliştiği için çoğu işimizi oturduğumuz yerden yapabiliyoruz ve bu da daha az hareket demek. Bu nedenle insanların kilo alma eğilimi daha da artarken bir kısmı bu kiloları verme çabasına giriyor. Daha önceden yapılan antrenmanları, insanların motivasyonunu arttırmak amacıyla görselleştirecek ürünler piyasa çıkıyor.
2008’de ilk Fitbit ürünü Fitbit Tracker piyasaya çıktı. 2010’da Nike, Plus markası altında sağlık sektörüne girdi. Plus logolu ayakkabıların tabanında yer alan küçük bir bölmeye yerleştireceğiniz bir çip sayesinde hareketleriniz kaydediliyor ve bu bilgileri iPhone uygulaması üzerinden görüntüleyebiliyordunuz. 2012’de Nike Fuelband adlı bilekliğini pazara sürdü. Saati de gösteren bu ürün için günümüz akıllı saatlerinin atası denebilir. Daha sonra Sony Smartwatch, Samsung Gear serisi, LG, Motorola gibi firmaların saatleri peş peşe geldi. Bu süre zarfında Nike, giyilebilir teknoloji alanında donanım üretiminden pazarda gelecek görmediği için çekildi.
Akıllı saat dedik dedik ama ilk defa saate benzeyen saat 2014’te Motorola ve LG’den geldi

Diğer örnekler ya ekranı olan bileklik ya kola takılan lcd panel görünümündeydi. samsung gear s2 modeliyle birlikte saate benzeyen akıllı saate geçiş yaptı.
Bu arada dünya çapında trend olan teknolojik bir ürün olunca Apple’ın konusu geçmeden olmazdı. Ezber bozan bir şekilde Apple diğer büyük rakiplerinden çok geç girdi bu sektöre. İlk akıllı saatlerini piyasaya sunmaları 2015 yılını buldu. Çıkan akıllı saatler içinde en saate benzeyen en tarz en moda saat oldu. Ama onlar da akıllı saat piyasasını canlandıramadı. Hatta her sunumlarında ürün/hizmetlerinin satış rakamlarını izleyicilerle paylaşarak hava atan firma, söz konusu akıllı saatler olunca “En fazla satılan akıllı saat” şeklinde bir ifade kullanarak bu sektörün durumunu gözler önüne serdi.

Hayatımızda saatler zaten vardı, bir de bunların akıllı olmasına gerek var mıydı? Cebimizde taşıdığımız yetmiyordu bir de kolumuzda cep telefonu taşımak gerekli mi? Çünkü saati gösterme dışında özellikleri olan pek çok saatin piyasaya çıktığını biliyoruz. Bunların geniş kitleler tarafından kabul görmediği, sadece meraklısının talep ettiğini de. Bu saatler neden pazara sunulmaya devam ediyor? Hem de klasik saat firmalarının aksine elektronik şirketleri tarafından.
Akıllı saatler, akıllı telefonlar gibi kendilerine has uygulama marketine sahip bir işletim sistemi barındırsalar da öne çıkarılan üç özelliği var: saatin kadranının değiştirilebilmesi, sağlık uygulamaları, cep telefonu bildirimlerinin gösterilmesi.
Kadran değişmesi, aslında doğrudan öne çıkarılan bir özellik değil. Yapısı gereği akıllı saatlerin sahip olması gereken bir özellik. Telefondaki bildirimlerin gösterilmesi ise biraz yumurta- tavuk ilişkisini andırıyor. Ürettikleri akıllı telefonlar ile lüzumlu/lüzumsuz pek çok bildirim almamıza neden olan üreticiler, bu bildirimler önemli olanı ile olmayanını ayırt etmemizi sağlayacak akıllı saatleri ürettiler. Diğer yandan böyle bir şey için cep telefonlarını cebimizden çıkarmaya gerek bırakmıyorlar ama saati akıllı yapan özellikleri kullanabilmemiz için de telefonların muhakkak cebimize girmesi lazım.
Diğer ön plana çıkan özellik sağlık hizmetleri için ise; bu dev firmaların bizim sağlık verilerimize göz diktiğini düşünmek, komplo teorisi olmayacak. S-Health, LG Health, Apple Sağlık gibi uygulamalar hayatımıza akıllı saatlerden önce akıllı telefonlar ile zaten girmişti. Ama yapıları itibariyle telefonlardan bu verileri takip etmek çok kolay değil. En basitinden nabız sayısını, telefonların ilgili sensörüne dokunarak elde edebilirken, kol saati ile bu bilgiye her an ulaşmak mümkün.
Saatlerin yazılım boyutuna bakacak olursak, her elektronik cihazda yer almak isteyen Google, akıllı saatlerde kullanılmak üzere Android Wear’ı pazara sundu. Samsung yavaş yavaş kendi ekosistemini yaratma amacıyla saatlerinde Tİzen işletim sistemini kullanıyor. Büyük oyuncu Apple ise her cihazının adıyla adlandırdığı yazılımlarındaki gibi watchOS yazılımını kullanıyor.
Apple tahmin etmekte zorlanmayacağınız üzere bu saati kullanmanız için sizi bir iPhone sahibi olmaya zorluyor. Hatta, ikinci versiyon modelinde bunu biraz kırmaya başlasalar da, ilk çıkan Apple Watch iphone’a ilave bir ekran gibi çalışıyordu. Aslında bu ilk dönem akıllı saatler için de geçerliydi. GPS verisini bile telefondan alan bir saat… Tizen akıllı telefonlarda kullanılan bir işletim sistemi olmadığı için her telefonla uyumlu olması beklenen bir şey. Hatta iPhone desteğine bile kavuştu Gear S2 ve S3 saatleri. Ama bu durum bile şu anda Apple Watch’un önüne geçmelerini sağlayamadı.
Bir de her elektronik aletin derdi batarya konusu var. Belki de kullanıcıları akıllı saat kullanmaktan en çok soğutan konu bu. Şu aşamada en iyi ihtimalle, tek şarjla 3 günlük kullanım vaadediliyor. O da belli şartlar altında. Kullanılmadığı zaman ekranın kapatılması gibi saat kullanmanın yapısına ters düşecek bir yöntem ile. Hakkını vererek kullandığınız zaman bu sürenin daha da kısalacağı açık.
İnsanlar sürekli şarja takmak zorunda oldukları cihazları kullanmak istemiyorlar. Bunun istisnası akıllı telefonlar. Akıllı telefonlar o kadar hayatımıza entegre olmuş durumda ki, böyle bir istisnaya göz yumuyorlar. Pek tabi batarya ömürlerine lanet ederek. Toplum da bu entegrasyona uyum sağlamış durumda. Harici batarya üretimi ve satışı tavan yapmış durumda. Telefon şarj etmek pek çok değişik alternatif bulunabiliyor dışarıda. Yaygın veri giriş portlarına sahip cihazlarınıza uyumlu şarj kablosu bulmak çok zor değil. Fakat dock üzerine yerleştirilmek suretiyle şarj edilen bu saatler için aynı şeyleri söylemek çok zor. Buna ek olarak kullanmadığımız zaman şarja takmayı unuttuğumuz saatimizi şarjı olmadığı için ara ara kullanamamak, ölü bir yatırım olmaktan öteye geçmeyecek.
Akıllı saatler için başka bir büyük handikap ise üzerlerinde işlem yapmak için ekranlarının çok küçük kalması. Yaklaşık 4 parmakkare diyebileceğimiz bir alan menüler arasında parmakla gezinmek için çok küçük. Stylus kalem kullanımı en saçma çözüm olur. Firmalar bunu fiziksel düğmeler ile aşmaya çalışıyor. Apple “crown” adını verdiği ayar düğmesi ile Samsung çok daha işlevsel olan kadran çerçevesinin döndürülmesi ile menü geçişlerini sağlıyor. Bu da dokunmatik ekranın mantığına ters. Kontrolün yanı sıra ekrandaki yazıları okumak da çok ciddi sorun. Günümüzde taşınabilirlik ve ekranda üzerinde rahatça işlerimi yapabilme boyutunun optimum noktasının 5-5.5 inch seviyesinde olduğunu düşünürsek 2.5 inch bunun çok altında. Bu ekranların işlevsel olabilmesi için büyük yazı fontlarına sahip az bilgi içeren yazılar kullanılması lazım ki bu da kullanım alanlarını iyice daraltan bir faktör.
İşin esası saat kullanımı zaten tartışmalı bir konu. Cep telefonları çıktığından bu yana kolundaki saati atan hatırı sayılır bir kitle var. Hatta telefonunu sırf amaç için uykudan uyandıran kişiler için “always on” özelliğini getirdiler. Bunun yanında saat konusuna ciddi hassasiyet gösterip, zamanı öğrendikleri bir araç yerine aksesuar gözüyle bakıp büyük paraları gözden çıkaran kişiler de var. Kolundaki saatleri atan kitle bir yana, saate bu kadar değer veren kitlenin gözüne girebilmiş değil akıllı saatler. Yeri geldiğinde nesilden nesile aktarılması düşünülen içindeki mekanizması hayranlık uyandıran el yapımı saatler dururken lcd panele kayış takıldıktan sonra bunların yeni nesil saat diye karşımıza çıkması yeterince cazip değil.
Giyilebilir teknoloji konusundaki bir değerlendirme için aşağıdaki videoyu seyredebilirsiniz.
Peki firmalar neden bu cihazları piyasaya sunmaya devam ediyor. Söz gelimi bu firmalardan birisi akıllı saat satışı oranında cep telefonu modeli satmayı başarsaydı, piyasaya sunmaya devam eder miydi? Sanırım bu sorunun cevabı Huawei firmasında. İkinci akıllı saatlerini tanıttıkları dönemde CEO Eric Xu Zhijun, akıllı saatlerin ne iş yaradığı konusuna bir anlam veremediğini açıkladı.
Artık gelişen teknoloji ile düşen maliyetler sonucunda bazı teknolojilerin alınabilirliği artmaya başladı. Bunun sonucunda sadece meraklısına hitap edecek türden ürünleri pazarda görmeye başladık. Örnek vermek gerekirse, “Gaming” etiketli oyuncu ekipmanları. Daha düşük tepki süresi, daha dayanıklı malzeme, bol bol renkli aydınlatma gibi detaylara sahip bu ürünlerin hedef kitlesi her zaman meraklıları oldu. Başka bir örneği de antrenman teknolojileri için verebiliriz. Fitness salonunda çalışırken yada yüzerken sıkılmamız için, aynı zamanda taktığımız ekipmanın oramıza buramıza dolanmaması için kablosuz bağlantıya sahip, su geçirmez kulaklıklar, Garmin başta olmak üzere koşu tempomuzu analiz edip ne kadar koşacağımızı söyleyen saatler.. Bu ve benzeri cihazları kullanacak kitlenin, yaptıkları işi ciddiye alan kişiler tarafından tercih edildiğini söylemek mümkün.
Akıllı saat kullanıcılarını da bu sınıfa sokmak mümkün. Önemli önemsiz pek çok e-posta alan bir işadamı, yürüyüş yapma konusundaki istikrarından taviz vermek istemeyen kullanıcı, çantasının derinliklerindeki telefonu her seferinde bulmakta zorlanan bir kadın.. Bunun yanında bir akıllı telefon kullanıcısının hareket, adım, nabız gibi verileri sağlıklı bir şekilde telefonlar aracılığıyla elde etmek imkansıza yakın. Ama dışarıda olduğu her an kolunda akıllı saat taşıyan birinden çok daha sağlıklı veri almak mümkün. Dikkat edildiğinde akıllı saat üreten firmaların, Fitbit dışında, çoğunluğu akıllı telefonlarında sağlık yazılımlarına yer veriyorlar.


Tüm bunlar ışığında firmaların, sadece pazardaki bu kitleye ürünlerini satmak için akıllı saat ürettiklerini söylemek zor. Sağlık verileri konusunda ne elde edebilirsek kârdır mantığı ile bu saatlerin çok satılmasa da piyasadan kalktığını görmemiz çok zor.